Message:

9:55pm 03-25-2017
A.Yüksel Şanlı er
Aldanma bakışlarıma.

Aldanma bakışlarıma.
Sadece, neşem yok içimde.
Bir anlam verme.
Bom boş bakıp duran, dalgın gözlerime
Nedensizdir bakışlarım.
Olsa’ da elim çenemde, dirseğim masanın üzerinde.
Belki, korkudur.
Var olan, yüreğimde.

Bu gözler hep dalgındır
Dışı seni yakar içi beni, anlatsa bildiklerini
Gün gelir ağlatırdır.
Gün gelir, güldürürdür insanı
Çok zaman hep böyle, düşündürürdür beni.

25 Mar. 17
Ahmet Yüksel Şanlı er
9:29pm 03-25-2017
A.Yüksel Şanlı er
Ermenek’ teki çocukluğumdan bir anım
Çocukluğumda neredeyse beraber yaşadığımız oyun sahalarında beraber oynadığımız, bağ bahçe aralarındaki ceviz karaağaç gibi ağaçlarda yuva yapmış bulunan teyin kovanlarından beraberce teyin ( Sincap ) yavrusu yakalayıp onları ehlîleştirerek beslediğimiz günlerin arkadaşı olan, kulakları çınlasın Salim Başkan diye çok sevdiğim bir arkadaşım vardı.
Bu arkadaşım bağ aralarında ağaç başlarında güzel sesi ile türküler söyler bana çocukluğumda arkadaş olurdu. Günlerden bir gün beraberce şehrimizin kale dibi denen yerlerinde gezintiye çıktık önce Maraspoli mağarasındaki suyun geldiği kısımdaki inleri dolaşmaya buralarda oyun oynamaya merak ettiğimiz inlerin içine girerek keşif yapar gibi oraları inceleyip merakımızı gidermeye başladık.
İlk durağımız olan şehri kuşatan tabii kalenin altındaki inlerden birine girdiğimizde daha önceden duyduğumuz inin içinde olduğu söylenen ve taş merdivenlerle inin tabanına doğru inildiğinde Maraspoli ırmağına ulaşılırdır denen tarih öncesine ait taş merdivenlerden inerek yer altı suyunun bulunduğu yere inmek istedik.
Fakat her nedense bulunduğumuz yere hazırlıklı gelmediğimiz için, elimizde yer altı merdivenlerinin olduğu yeri aydınlatacak fenerimiz olmadığı için korkarak bu isteğimizden vaz geçip kaleye tırmanarak şimdiki “ERMENEK “ yazılı yere çıkmak istedik.
Oralardaki kalenin yüzünde bulunan yerleri keşfetmek görmek düşüncesi bizde ağır bastığından bulunduğumuz inden dışarıya çıkarak bu isteğimizi gerçekleştirmek üzere kalenin yarıklarından yukarıya doğru başımıza gelecek tehlikeleri düşünmeden tırmanmaya başladık.
Oysa Keben dibi yokuşundan dolaşıp gideceğimiz yere hiçbir tehlike olmadan gidebilir çıkabilirdik. Fakat yolu uzatmamak için biraz da haylazlığımızın hevesi içinde yukarıya kestirmeden çıkmak istedik.
Oysa çıktığımız yer bir çocuk için çok tehlikeliydi düştüğümüz anda paramparça olacağımız bir yerdi. Yine de bunları düşünmeden Salim ile ben kayalara yapışa, yapışa başımıza bir iş gelmeden yukarıya çıkmıştık.
Yukarı çıkınca kalenin orta kısmında bulunan, önünde tarih öncesinden kaldığını düşündüğümüz taş duvarların arkasındaki inde mola vererek yorgunluğumuzu gidermeyi düşündük.
Burada mola verip dinlenirken, yukarıdan kuş bakışı aşağıdaki şehrimizin evlerini yollarını ve ağaçlarından teyin yavrularını tuttuğumuz yeşillikler içindeki bağlarımızı seyrediyor vadideki akıp giden Göksu ırmağı ile bu ırmağın güney yamaçlarındaki köyleri falan seyretmeye başlamıştık.
Manzaramız harikaydı ama bir o kadar da yukarıdan bakmak korkutucuydu. Buna rağmen kalenin orta kısmından yolumuza devam ederek, inişli çıkışlı kalenin yüzündeki keçi yoluna benzer dar patikadan kalenin iki delik kısmına yakın olan yerdeki ikinci bir inin olduğu yere varmıştık.
Buraya ilk defa geliyorduk. Sanırım alilerimiz, bizim oralara çıktığımızı duysalardı hiç affetmezler, bizleri dayaktan kırar geçirirlerdi. Çünkü gittiğimiz kayalıkların yüzünden geçtiğimiz patikalar çok yüksekte ve bir çocuk için her an düşme tehlikesi ile karşılaşabileceğimiz tehlikelerle doluydu.
Ama bizler o tehlikenin farkına varmadan son inin olduğu yere ulaşmıştık. Yine az önceki inde yaptığımız gibi oturduk tepeden karşı dağları vadileri ve yüksekten kuş bakışı evlerimizi seyrettik.
Bulunduğumuz inin uçurum tarafına yakın bir kısmında kayalıktan derinlerdeki karanlık mağaralara doğru inen tarih öncesinden kalma sayısını unuttuğum taş merdivenleri kullanarak bir alt kattaki mağaraya ulaştık.
Bunu yapmamız hiç de kolay olmamıştı. Çünkü merdivenlerde uçuruma açılan ışık alacağı geniş boşluklar vardı bu boşluklardan dışarıya düşme tehlikesi olduğundan inerken de çıkarken de boşluğa doğru hiç bakmadık.
Bir çocukluk merakı sonucunda indiğimiz bu büyük inlerin içinde biraz gezinip etrafa bakınırken gördüğümüz kartal yuvalarını kuş gübresi yığınlarını aklımdan çıkaramıyorum.
Ayrıca şimdi sayısını hatırlayamadığım insan elleri ile yontularak yapılmış o taş merdivenlerin nasıl ve ne için yapıldığını bilmeden düşünmeden sadece bir merak içinde hayretler içinde öylesine inip çıkarak şehrin bize göre olan gizemli yerlerini görmekten’ de mutluyduk.
Buradan geri döndüğümüzde yanımdaki kulakları çınlayasıca gezi arkadaşım Salim Başkan ile bundan yarım asır öncesinde yaptığımız bu kale üzerindeki gezintimizden ailelerimize korkumuzdan hiç bahsetmedik.
Ermenek’ te bulunan tarih öncesine ait olan pek çok yapıların yabancı turistler tarafından’ da ziyaret edilmesi için yapılacak bir çalışmanın şehrimiz açısından çok faydalı olacağına inanıyorum.
Örneğin bir belgeseller programı ile ilgililere duyurulabilirdir. Neden olmasın 25 Mar. 17
Ahmet Yüksel Şanlı er
12:13am 03-25-2017
A.Yüksel Şanlı er
Ermenek yaylarında Yörük çadırından bir anı

Yıl bin dokuz yüz ellili yılların, ikinci yarısıydı. Rahmetli babam mesleği gereği yaşadığı o yıllarda, yaz aylarında Yörüklerin olduğu yaylalara gider bazen birkaç hafta bazen aylarca yaylalardaki yürüklerin arasında kalarak, onların kilim tezgâhlarında kullandıkları yün iplerini çeşitli renklerde boya kazanlarında boyar karşılığında bazen yağ peynir, bazen’ de parasını alır elde ettiği kazançlarla tekrar evimize dönerdi.
Babamın işi gereği yürüklerle çok samimi olduğu için onlarda her şehre inişlerinde yaylardan binip geldiği atlarını veya diğer hayvanlarını bizim evin ahırlarında ya da evimizin önündeki boşlukta bağlı tutarlar işleri bitince de tekrar geldikleri yerlere dönerlerdi.
Bu yüzden yürükler babamı çok sever babam da onları sever her şehre inişlerinde onları evimizde misafir eder ağırlardı.
Günlerden bir gün yaz tatilinde yanına beni de alarak Ermenek-Karaman yayla yolu üzerindeki Yelli bel dediğimiz yerdeki yürüklerin yaylasına götürdü.
Herkesin bildiği gibi o yıllarda, buralara gidiş gelişlerimiz hayvanlarla olurdu. Bir gün sabah erkenden atımıza yüklediğimiz satmak için tak, tak helvası kadınlar kızlar için incik boncuk, yün boyamak için diğer malzemeler atın eyerine yüklenerek yaylalara doğru yola çıktık.
Öğleye doğru bu gün Hes baraj gölü altında kaldığını duyduğum, Teke çatındaki çayırlığa inmiştik. Yorgun olduğumuzdan atımızı o gün yolun kenarında bulunan bakım evinin hizasına düşen kısımdaki çayırlığa babam bir sikke çakarak atımızı yükünden boşalttı bu sikkeye bağladı biz de o çimenlikte bulunan kaç yaşındaydı bilemiyorum bir hayli yaşlı olan sepetçi söğüdünün gölgesinde çıkınımızdaki yufka ekmeği içine ıslatılmış kuru keş ( kurutulmuş çökelek ) soğan ve biraz da helva ile azığımızda ne varsa yedik dinlendikten sonra tekrar Aykadın boğazından Yelli bele doğru yöneldik.
Benim bunu anlattığım yıllarda, Aykadın boğazının etrafındaki kayalıkların üzerindeki yamaçlarda belki üç belki dört asırlık karaçam ormanları vardı. Öyle’ ki bu asırlık birkaç insanın bile kollarını açsa gövdesini saramayacağı kadar kalın ağaçlar, boğazın yamaçlarında kalın gövdeleri iri dalları ile boğaza adeta korku salar haldeydi.
Neyse’ ki gece karanlığına kalmadan bu boğazı geçerek Yelli bel yaylasındaki yürüklerin bulunduğu yaylaya varmıştık. İlk vardığımız yürük obalarının kara kıl çadırlarının kurulu olduğu yer etrafı yalçın kayalıklardan oluşan dağlarla çevrili bir plato idi.
Düzlüğün içi kara çadırdan görünmediği gibi, çadırların önünde bağlı olan atların kişnemelerinden ağıllardaki koyun keçilerin melemesinden develerin böğürmesinden geçilmiyordu.
Daha biz düzlüğe yamaçtan iner inmez çadırların önünde ne kadar at varsa bizim atın sesini kokusunu almış mızıkacıların atları gibi hepsi birden kişnemeye başlamıştı.
Geldiğimizi gören, oba beyi ayağına kırmızı körüklü çizmesini geçirmiş giydiği geniş paçalı kara kıl şalvarı havalandıra, havalandıra yanımıza gelerek bizi karşılamışlardı.
Neyse uzatmayacağım, oba halkı bize bir çadır tahsis etti biz o çadıra yerleşerek ertesi gün babam obanın boyanacak yünlerini toplamaya başladı.
O yıllarda kilo gram diye bir şey yoktu, kilo yerine okka gram yerine dirhem vardı. Tartı için’ de askılı terazilerimiz vardı. Gelen yünleri bunlarla tartıyor sonra hangi renge boyanacaksa işaretlenip kime ait olduğunu gösteren bir işaretle bir kenara koyuyorduk. Sonra onları boyayarak sahiplerine teslim ediyorduk.
Aradan sanırım birkaç gün geçmişti’ ki babam beni, ıbrıka ile su doldurup getirmem için yakındaki hayvanların ve insanların suyundan faydalandığı çimenlik içinde bulunan uzunca bir su yalağına (Hayvan sulama oluğu) su akan pınara göndermişti.
Pınara vardım bir de baktım obanın ne kadar yanakları kan deposu haline gelmiş genç güzel kızlar varsa toplanmışlar ellerinde birer su testisi su yalağının kenarına oturmuşlar kimi sevgilisinden kimi yavuklusundan bahsederek dedi kodu ediyorlardı.
Benim yanlarına geldiğimi gördüklerinde bana doğru bakıp, bakıp gülmeye başladılar. Bana neden güldüklerini daha henüz çocuk denecek yaşta olduğum için anlamamıştım. Fakat onlar bununla’ da kalmadılar, beni aralarına alıp sorularıyla beni sıkıştırmaya onlara veremediğim cevaplarla benimle alay etmeye başladılar.
Neyse zar zor ellerinden kurtularak su doldurduğum ıbrık ile çadıra döndüm. Fakat kızların benimle alay etmeleri hakkımda konuşup aralarında mana veremediğim gülüşmeleri beni düşündürmüştü.
Gece olmuş yatma zamanı gelmiş yatmıştık. Babam gündüz yaptığı işlerden dolayı yorgun olduğu için obanın getirdiği yemeğini yer yemez yatmış yatar yatmaz uykuya dalmıştı.
Ben de uyku yoktu uyuyamadan çadırın aralığından gökyüzündeki yıldız yağmurunu seyrediyor, pınarın başındaki kan deposu yanaklı yürük kızlarının benimle alay edişlerini düşünüyordum.
Yaz günü olduğu için, ahali uykuya çekilmiş dışarısında derin bir sessizlik hâkimdi. Gökyüzünde irili ufaklı yıldızlar alabildiğince çok, masmavi gökyüzünde ışıktan toz bulutu gibiydiler.
Ben gözümü kırpmadan onları seyrediyor düşünüyordum. Gecenin yarısına doğru bir ara çadırların önündeki atlar hep birden kişnemeye başladı. At kişnemesinden çevredeki kayalıklar ses verirken taşlardan çıkan nal sesleriyle irkilmeye başlamıştım. Bir atlı obaların bulunduğu yere doğru geliyordu.
At kişnemelerine köpeklerin ulumasına çadırlarında uykuda olanlar uyanmış üzerlerindeki gece kıyafetleriyle çadırlarının önlerine çıkmışlardı. Benim aklıma hiçbir şey gelmediğinden çadırımın içinde olup bitenlere kulak vermeye çalışıyor ne olup bittiğini çadırdan dışarı çıkmadan anlamaya çalışıyordum.
Aradan geçen kısa bir zaman sonrasında, kadınların kızların ağıtlarından ağlama seslerinden, Karaman ota garında oba halkından askerden dönen bir gencin Karaman’ da tren altında kalarak öldüğünü askerden dönüş yapan genci ise obaya getirmeye Karaman’a giden atlının yalnız döndüğünü ve bu acı haberi getirdiğini öğrenmiştik.
O gece hiç kimse uyumamış gece boyunca ağlamalar ağıtlar işitmiştik. Her ağlama her ağıt sesleri kayalıklarda yankılanıp durmuş bizler ise o yanan yüreklerin acılarını, paylaşa, paylaşa sabahı etmiş, daha sonra başka bir yürük yaylasında aynı işi yapmaya gitmiştik.
O ağıtların yakıldığı, pınar başında yürük kızlarının benimle alay ettiği gülüştükleri günü hiç unutamam. 23 Mart 2017
Ahmet Yüksel Şanlı er
12:49am 03-21-2017
A.Yüksel Şanlı er
Söz dinlemez gönlüm

Ne deşersin küllenmiş bir yangının külünü
Görmez’ misin, şu benim acı çeken gönlümü
Bir vefasız yüzünden, küsmüş iken hayata
Kim avutsun şu benim, söz dinlemez gönlümü.

Aşk uğruna geçmişte alev, alev yanmaktan
Gönlüm yorgun, bıkmışım şu yalancı dünyadan
Bir vefasız yüzünden, bıkmış iken canımdan
Kim avutsun şu benim, söz dinlemez gönlümü.

Bana aşktan bahsetme, iş açarsın başıma
Şimdi mevsim son bahar, çıkmaz kimse karşıma
Kim gönlünü verirdir, benim gibi şaşkına
Kim avutsun şu benim, söz dinlemez gönlümü.

Şu son bahar günümde gönül versem birine
Ne demezler bilmez’min, gelme benim üstüme
Âşık olsam yakışmaz, geçmiş varken içimde
Kim avutsun şu benim, söz dinlemez gönlümü

Kan damlatıp dururken şu gönlümün yarası
Kızar bana dost düşman, olmaz bunun şakası
Sevda çekmek neyime, varken gönül yarası
Kim avutsun şu benim, söz dinlemez gönlümü

Ahmet Yüksel diyor’ ki şimdi hazan mevsimi
Kara toprak beklerken, insan sevda çeker’ mi?
Hem’ de beni bu mevsim, korkuturken şu beni
Kim avutsun şu benim söz dinlemez gönlümü.

21 Mart 2017
Ahmet Yüksel Şanlı er
12:27am 03-17-2017
A.Yüksel Şanlı er
Yutuğ ( mani )

Ayranın yok, pekmezin yok içmeye
Bahsedersin, bir’ de gönlüm boş diye
Beş paran yok aç gezerken durmadan
Kim severdir söyle aptal boş yere.

Fâilâtün - fâilâtün – fâilün

17 Mart 2017
Ahmet Yüksel Şanlı er
10:17pm 03-16-2017
A.Yüksel Şanlı er
Garibim.

Üzgün duruyordu.
Düşünüyor, yüreği kan ağlıyordu.
Kader yorgunuyum diyordu, benimle konuşurken.
Gözleri dalgındı.
Sanki o, dünyasına küsmüş gibiydi.
Ve!
Of, of çekiyordu durmadan.
Alnındaki boncuk, boncuk, terleri silmeye çalışıyordu.
Yaşlar ha düştü ha düşmek üzereydi, onun kapanmak üzere olan buğulu gözlerinden.
Yorgun kalbi!
Acılar içinde, teklerken.

Bildiğim kadarıyla bir garipti
Kimsesiz.
Yokluğun, çaresizliğin perişan ettiği kimsesizlerden biriydi.
Hayatta çok acılar çektiği söyleniyordu.
Ben kendi hatalarımdan, belki kaderimden kendi kendini perişan ettim demişti.
Hastalık sarmıştı vücudunu!
Belki son nefeslerimi alıyorum diyordu.

Sendeledi.
Nefesi yetmiyordu, bağırmasına.
Yığılıp kalmıştı bir çuval gibi, daha sonra oturmaya çalıştığı yere.
Garibim.
Kimsesizlik içinde yaşarken o, tek başına..

Hayat hikâyesi.

Fakirliği yokluğu yaşayan biriydi garibim, yoksulluktan evlenmemiş yalnız yaşıyordu. Devletin kendisine tanıdığı az bir maaşla bir göz kiralık evde tek başına yaşıyordu. Bazen başkalarının yardımı ile bazen kendi kazancından kendi yaptıklarını yiyerek geçinip gidiyordu.
Kimsenin yardımını istemeyecek kadar da gururlu olan bu kimsesiz garip bazen çöplerden topladığı kâğıtları satıyor, ondan kazandığı parayla evinin elektrik su parasını ödüyordu.
Acımasız hayat onu yormuştu, yaşı bir hayli ilerlemişti. Bir gün hastalanmış, artık yorgun kalbi hayatın acımasızlığından dayanamaz duruma gelmişti.
Akşama kadar sokaklarda, üç beş kuruş kazanabilmek uğruna çalışmaktan, iyicene yorgun düşmüş evinde dinlenmeye çekilmişti. Kalkıp yemek yapacak hali bile kalmamıştı.
Hastalık dersen son saflardaydı, doktora gitmesi gerekiyordu ama ne gidecek hali vardı ne de yanında ona yardım edecek biri vardı.
Tuvalete girdi işini yaptı çıktı işte o sırada başı döndü olduğu yere oturmak istedi ama ne birine bağırıp yardım çağırabildi ne de oturabildi. Gergin hasta vücudu gergin bir lastiğin boşalması gibi çözüldü, sonra o garibim olduğu yere bir çuval gibi yığılıp kaldı.

16 Mart 17
Ahmet Yüksel Şanlı er
8:43pm 03-15-2017
Cemil DURSUN
ERMENEK
Katmışta önüne, Göksu çayını
Kuzeyden güneye, çekmiş yayını
Orta Torosların, mertlik payını
Yazmış yüreğine, güzel Ermenek

Yolum düşmez deme, gelmeniz gerek
Kimse görmese de, bilmeniz gerek
Yer altına saklanmış, koskoca nehir
Maraspoli Mağarası, görmeniz gerek

Bir derin sır ki, gizlenmiş dağda
Suyun tadını vermiş, demlenmiş çayda
Maraspoli; yeraltı nehri, saklı şelale
Göz göz pınar olmuş, akıyor dağda

Geçerken uğrama, gelmeniz gerek
Aşını düşkünle, paylaşan yürek
Geleni ağlatan, gideni de ağlatır
Gönlüme bir sevda, yazdın Ermenek

Esen rüzgârların, deli havası
Pekmezle karışık, tahin helvası
Gurbet hasretinin, kara sevdası
Gönlüme tahtını, kurdun Ermenek

Orta Toroslara, tahtını kurmuş
Göksu'nun başına, oturup durmuş
Derdime ortak, sırdaşım olmuş
Seninle dertleştim, güzel Ermenek

Gözümde hayalin, ararım seni
Geçen turnalara, sorarım seni
Güzel rüyalara, yorarım seni
Kara gün dostum, güzel Ermenek

19.05.2006
Cemil Dursun

Not: Ben Düzce'li olmama rağmen bu şiirimi Ermenek'te
kaldığım süre ve hatıralarımla Ermeneklilere hatıra
olarak yazdım. Mayıs – 2006

HAYATI (1962-)
https://4.bp.blogspot.com/-y83U0kGiRsY/WMmZNUYdeXI/AAAAAAAA_zE/0coIHOw16Lg5An4jJlZAAMY2bo19jaIwACLcB/s320/cemil-dursun.jpg/IMG]
''Kavrulup yanıyorum fitilinde bir mumun
Vuslat hasreti gözde nöbetçisi uykumun''

Düzce ili, merkez Gölormanı Köyünde doğdu. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra, Devlet parasız yatılı Öğretmen lisesi sınavlarını kazanarak 1977 yılında Eskişehir Yunusemre Öğretmen lisesinde başlayan öğrenimine 1980 yılından itibaren Sakarya Arifiye Öğretmen lisesinde tamamlayarak 1983 yılında mezun oldu.
1983-1985 yıllarında Bolu Eğitim Yüksek Okuluna devam etti. Ancak, okulu bitirmeden ayrıldı.
1985 Aralık-1987 Haziran ayları arasında Isparta ve İzmir Menemen'de askerlik hizmetini tamamlayarak; 1988 Yılı Eylül ayında Sakarya E Tipi Cezaevinde İnfaz ve Koruma Memuru olarak görevine başlamış ve 1992 Yılında Sakarya Kaynarca ilçe Cezaevine İnfaz ve Koruma Başmemru olarak atanmıştır.
1996 Kasım ayında Bolu Kapalı Cezaevine,1997 Şubat ayında Bolu Gerede Kapalı Cezaevine,2003 Haziran ayında Ermenek M Tipi Ceza İnfaz Kurumuna tayin olunmuştur. 2006 yılından sonra iş hayatını özel sektörde tamamlayarak emekliye ayrılmıştır.
11:06pm 03-14-2017
A.Yüksel Şanlı er
Yutuğ ( Yan Hod uğruna )

Mey-i gurban olma mal mülk aşkına
Gün gelir her gün, vurursun bağrına
El kirinden farkı yok, mal mülk_ için
Mey-i gurban olma, yan Hod uğruna.

( fâilâtün - fâilâtün – fâil )

15 Mar. 17
Ahmet Yüksel Şanlı er
9:30pm 03-11-2017
A.Yüksel Şanlı er
Dost tutmaktır ast olan.

Hiç kimseyi hor görme
Başkasına büyüksün küçüksün diyerekten
Tatlı dildir yılanı deliğinden çıkaran
Sev sevil.
Gerçekten büyüksen.

Unutma!
Kem sözdür, insanı çileden çıkaran.
Büyüksün küçüksün diye
Hiç kimsenin guruyla oynama sakın
Hele çamur hiç atma.
Durduk yerde, sen, sen ol kimseyi kışkırtma
Sevsin seni, insan olan.

Kavga, dersin.
Nedir bulduğun, şu kavgadan
Düşman kazanma, dost olmak var iken
Kekindir, güzel bir kaç söz
Bıçaktan
laf söylerken İyi düşün sonra söyle.
Dost tutmaktır, ast olan.
4:19pm 03-11-2017
A.Yüksel Şanlı er
Yutuğ “Güllerim”

Gül dalından, gül kopardım öğleyin
Küstü dallar, konca vermez sormayın
Her ne yapsam, vermiyor gül koncası
Ben ne yapsam şimdi sizler söyleyin.

fâilâtün - fâilâtün – fâilün

11 Mar. 17
Ahmet Yüksel Şanlı er
7:40pm 03-07-2017
A.Yüksel Şanlı er
Vatan aşkına.

Sevgiyle büyürken vatan içimde
Can kurban şu beden, güzel vatana
Bu vatan sevda’ da benim gönlümde
Bu sevdaya can feda vatan aşkına..

Ne zaman şu bana, vatan denmişse,
Yüreğim dönerdir, yangın yerine
Hem bir’ de, görünsem baksam haline
Kan döker gözlerim, vatan aşkına.

Var ise bir ölüm, vatan uğruna
Ölürüm çekinmem, onun yolunda
Kim sevmez ölümü, amaç vatansa
Öl dense ölürüm, vatan aşkına.

Şehide ağlarsa, yüce dağlarım
Dağ taşı dinlemem, gider çıkarım
İçimde sevdayken, güzel vatanım
Ölürüm yolunda, vatan aşkına.

Vatanım uğruna, içim yanarken
Gam etmez yüreğim, varsın yansın
Vatanım uğruna, ben’ ki yanarken
Ölmüşsem helaldir, vatan aşkına

Şu bende yar iken, vatan sevgisi
Veremem ellere, ben bu sevgimi
Sevda’ da şu bende vatan vergisi
Ölürüm yolunda, vatan aşkına.

Düşmanın belası, tutsa yolumu
Kükrerim belaya eğmem boynumu
Aşk varken içimde atmam huyumu
Bu huyum sevdadır vatan uğruna

Her kim’ ki vatana kıyar bölerdir
Bu yürek sevdan kalkar kükrerdir
Ayrılık gayrılık, ölüm demektir
Yürekler yanmasın, vatan uğruna.

Kul Yüksel diyor ki vatan içimde
Bir aşktır bir yardır, akan kanımda
Yüceden yüceyse, bu aşk gönlümde
Bırakın öleyim, vatan uğruna.

07 Mart 2017
Ahmet Yüksel Şanlı er
11:22pm 03-06-2017
A.Yüksel Şanlı er
Gurbet diye ağlama

Çıktın madem gurbet ele
Ne ağlarsın, gurbet diye
Nasıl olsa, biter bir gün
O gurbetten, sen dönünce.

Gurbet diye, ağlamakla,
Bitmez gurbet, gel ağlama.
Dert gelir’ de, o başına
Bakan olmaz, sana sonra.

Gurbet ele sen giderken
Dönmeyecek, gibi git sen
Eğer bir gün dönemezsen
Gücenenin, olmaz sana.

Ağlatmışsa, gurbet seni
Rüzgâra ver, sen kendini
Bilir rüzgâr, ruh halini
Teskin eder, seni yolda.

Görünmüşse, gurbet yolu
Hemen kesme sen umudu
Sen olduysan, Allah kulu,
Zor gelmezdir gurbet asla

Şu kul Yüksel, der’ ki sana
Hiç ağlama, gel boşuna
Gözlerine, yazık olur
Gözün görmez, daha sonra

06 Mart 17
Ahmet Yüksel Şanlı er
11:16pm 03-05-2017
A.Yüksel Şanlı er
Yutuğ(Cep delik, cepken delik.)

İncirim var, pekmezim var satmaya
Kimse sormaz, ben ‘de döktüm yollara
Beş param yok cepte, bindim merkebe
Cep delik cepken delik, çıktım yola.

fâilâtün - fâilâtün – fâilün

A. Yüksel Şanlı er
06.Mart 2017
10:19pm 03-05-2017
A.Yüksel Şanlı er
Sızlattım yüreğimi.

İçimi acıtmıştı.
Parçalanmıştı yüreği, acıyla sızlamaktan.
Kan ağladığı belliydi yüreğinin kanamasından, pişman olmuş halinden.
Gülmüyor.
Gülemiyor, hep düşünüyordu.
Dalgın, dalgın ağlamaklı gözlerle, uzaklara bakarken!
Canım yanmıştı, bakışlarından.
Bakışlarından...

İlk başta iç kanatan bir sevda gibi düşündüm.
Öldüm, öldüm dirildim.
Onun bu halini kendi halimle kıyasladım.
Sordum.
Ve!
Yanıldığımı, anladım.

Bakıyordu, karşıya.
Yüreği ırmak olmuş akıyordu, kayalık vadilerin arasından
Düşündüm.
Kim bilir neler, neler geçmiştir dedim başından.

Kendime benzetmiştim.
Oturdum uzun, uzun sorguladım kendi halimi.
Ağlamak istedim.
Ve!
Haykırmak istedim.
Acılar içinde deştim, deştim, durduk yerde bölük pörçük geçmişimi.
Sonunda sızlatmayı başardım.
Kendi elimle, durduk yerde yüreğimi.

05 Mart 17
Ahmet Yüksel Şanlı er
11:56am 03-03-2017
A.Yüksel Şanlı er
Yutuğ (Ermenek helvası )

Ermenek’ ten helva aldım bolcadan
Ekmeğim tatlandı, yerken helvadan
Bir güzelmiş helva, görsen sanki bal,
Derde şîfam oldu baktım sonradan.

fâilâtün - fâilâtün - fâilün

3.03.17
A.Yüksel Şanlı er
Messages: 76 until 90 of 117.
Number of pages: 8
Newer2 3 4 5 [6] 7 8Older