Message:

8:07pm 12-30-2016
A.Yüksel Şanlı er
Hadim’e yolculuk

Tatilden Hadim’e, bir gün dönerken
Yolculuk başladı, şafak sökmeden
Sarı vadi şehri, kızıl olurken
Göründü bu şehrin, sedir çamları

Dinlenip koyaktan, düze çıkarken
İnledi koyaklar, keklik sesinden
Oturdum bir taşa, ne güzel dinlerken
Dedi’ ki şu gönlüm yeter kalk gayrı.

Dolana, dolana, yollar geçerken
Göründü boğazdan, bir güzel Barcın
At deve, çimlerde, bağlı otlarken
Gördüm’ ki süt sağar, bahşiş kızları

Barcın’ a düşerken, öğle gölgesi
Duyuldu yamaçtan, dur, dur sesleri
Bir baktım koşmakta, Yörük beyleri
Doldurmuş getirdi, bir tas ayranı

Yaylanın yolunda, akşam olunca
Göründü bir pınar, Taşkent yolunda
Buz gibi suyu var, içtim doyunca
Karanlık olmadan, gittim ben gayrı.

Görünce Taşkent’te güzel kızları
Dediler yaşlanmaz, Taşkent kızları
Gençliğe iksirdir, sultan pınarı
Ve bir’ de kurumaz, Taşkent çamları

Az gittim uz gittim, çıktım bir düze
Birisi dedi’ ki, yolcu nereye
Dedim’ ki ben ona, yolum Hadime
Hadim ‘e vardım’ da, bitti yol gayrı

Ahmet Yüksel Şanlı er
Antalya

7:49pm 12-26-2016
A.Yüksel Şanlı er
R U B A İ
( ARSIZ )

ARSIZ GİBİ DAVRANMA SOFRANDA
DERLER KABA YERKEN SANA BAK GÖR SONRA
AKLINDA BULUNSUN, BU SÖZÜM BOŞ VERME
YERKEN, SANA ARSIZ DEMESİNLER DÂHA

(Mef’ûlü & Mefâîlü & Mefâilün & Fe)
22 Aralık 2016
Ahmet Yüksel Şanlı er
9:00pm 12-24-2016
A.Yüksel Şanlı er
Duyarsız olmuşuz

Duyarsız olmuşuz
Ölümmüş savaşmış, kimin umurunda.
Üç günde!
Acımızı bile, unutur olmuşuz.
Kula kul olmuşuz.

Bencillik sarmış içimizi.
Başkasından bana ne, deyip geçer olmuşuz.
Düşünmüşüz kendimizi.
Bana ne diyen, insanlar olmuşuz.
Komşu acısına.
Aç’ a muhtaca, yardım yerine
Para mal mülke vermişiz, olan sevgimizi.

Ne oldu bize böyle
Ne oldu.
Dost dostun cebine, birden bire düşman oldu
Haramı helal yerine koydular.
Dostluk bozuldu.
Dillerde yalan dersen çoğaldı, ak kara oldu.
Duyarsız olmak bizde, moda oldu.

9 Aralık 16
Ahmet Yüksel Şanlıer
8:51pm 12-24-2016
A.Yüksel Şanlı er
Altın olsa, ne fark eder

Ne ecel bekler olmayan sabahı,
Ne vuran sarar, kanayan yarayı,
Kara topraktır merhumun sarayı,
Yatar sarayında, yıllar boyunca.

Ecelin çalmışsa son kez kapını,
Acımaz hiç, alır gider canını
Söyle, derin kazsınlar mezarını,
Yatarsın orada, boylu boyunca.

Gelmez hastaya, gecenin sabahı,
Mezardır, merhumun o son durağı,
Mahşerdir o merhumun can pazarı,
Hesap görürler, o can pazarında.

Cilalı mermer de olsa, mezarın,
Ne yaptın diyen olacak, soranın,
Mahşer gününde hesaba duranın,
Mezarı altın olsa, ne fark eder.

A. Yüksel Şanlı er
25 Mayıs
Antalya.
9:15pm 12-18-2016
Ahmet Yüksel
Suyoluyla kereste nakliyatı

Suyoluyla kereste nakliyatı yapılması, bir zamanlar ülkemizde yaygın olan mir metottu. Ormanlarda kamyon ile nakliyata yeterli yol olmadığı yıllarda ormanlardan kesilen adına lata dediğimiz, inşaatlarda kullanılan emvaller kamyonlarla taşımak yerine, kamyonların gidebildiği noktalara suyolları ile taşınır son depo dediğimiz buralarda depolanır ihaleler yolu ile satışa çıkarılır satın alan tüccarlar aldıkları malı buralardan kendi satış ya da kullanma yerlerine taşırlardı.
Suyolu ile orman emvalinin taşındığı yıllarda ülkemiz ormanlarına yeterli yol yapacak maddi gücümüz olmadığı gibi yeterli teknik yol yapmada kullanılan makinelerimiz’ de yoktu.
Yollarımızın çoğu kazma kürekle paralı çalışan işçiler vasıtası ile ya da imece usulü dediğimiz yardımlaşma yoluyla yapılırdı.
Böyle bir olayın ülkemizde belki de son yaşandığı yer Ermenek Göksu çayı üzerinde olmuştur. Ben talebe olduğum yıllar olan 1963 yılında böyle bir işte yevmiye ile çalışan, okul harçlığımı kazanmaya çalışan biriydim.
1963 yılının yaz aylarında puantör işçi olarak Ermenek ilçesinin o zamanki adıyla Muzvadı olan Göksu çayının kenarındaki bir köydeki orman işçilerinin başında görevli memurlarla beraber çalışılmıştım.
Tahtacı işçileri ormandaki kesilmesi gereken (Orman şefi tarafından önceden işaretlenmiş damgalı ağaçlar)ı olayın olduğu yıllarda henüz motorlu testere çıkmadığı için kolasar denilen kalın dişli testerelerle, ormanda lata haline getiriyorlar sonra bunları kendi katırlarıyla Göksu nehrinin kenarına taşıyıp orada ara depo dediğimiz yerlerde istif ediyorlardı.
Ben de bu yarı mamul lataların ebatlarını alınlarına yazıyor, kaç metreküp olduğunu kayıtlara işliyordum.
Daha sonra bu ara depoda toplanan lata halindeki keresteler, kırkar kişiden oluşan su naklinde ehil olan guruplara teslim ediliyor onlar da bunları Göksu nehri içinde sallar yaparak dar boğazlarda salları çözüp teker, teker ellerindeki uçunda çatal demir olan kancalarla dar yerlerden akıntılardan Şelale’lerden geçirip son depoya ulaştırıyorlardı.
İşte ben bu işlemdeki olaylara Ermenek ilçesinde son yapıldığını bildiğim işlemde şimdi kendilerini rahmetle andığım, ormancıların yanında çalışarak şahit olmuştum.
O yıllarda Muzvadı ve o civardaki köylerin henüz yolları yoktu. Sadece ırmağın kenarına kadar varan keçi yolundan farksız imece usulü ile yapılmış cip yolu dediğimiz bir yolu vardı. Bu yol, Sarı vadi Göktepe yolundan Gazipaşa Paşa bey yaylalarından devamla dikenli mevkiinden Göksu kıyısına ulaşan bir yoldu.
Yolun bittiği yerde, köylünün köprü yerine kullandığı bir asma köprü vardı ve şehirden gidip gelen köylüler Göksu nehri çoğu zaman geçit vermediğinden bu asma köprüyü kullanarak köylerine gidebiliyorlardı.
Aslında anlattığım yıllarda bu asma köprüler sadece orada değil, Göksu çayının üzerinde hatırladığım kadarıyla üç yerde vardı. Hepsi de üzerinden geçerken, insanın aşağıya bakmaktan korktuğu ayakların altında durmadan sallanan çoğu yerde tahtaları eskimiş, korkulukları aşınmış bakımsız körülerdi.
Böyle bir zamanda orada kalmıştım. Köy halkı dersen yemyeşil ceviz, kiraz ağaçları ile dolu sık meyve ağaçlarının bulunduğu yeşilliğin içinde ağaçtan ya da karkas yapılardan yapılmış evlerde oturur hayvancılıkla, bahçecilikle kendi ektiğini kendi yetiştirdiğinden yiyen bir biçimde yaşayan köylerdendi.
Oldukça güzel misafirperver olan insanları cana yakın halleriyle, bir de kendilerine has dilleriyle tanınırdı.
Konuşmalarında ( R )harfini kullanamazlar onun yerine genellikle ( Y )harfini kullanırlardı örneğin nereye gidiyorsun diyeceğine ( neyeyse gidiyorsun ) gibi kelimelerle konuşurlardı. Bu özellikleri de onların kültürlerine güzel bir şekil veriyordu.
Anlattığım köyün o yıllardaki muhtarı (Allah, gani, gani rahmet eylesin. )Mazlum Ali isminde biriydi, bizim her derdimize koşan her istediğimizde isteklerimizde yardımlarını esirgemeyen hoş sohbet, neşeli hem kendini hem içinde bulunduğu toplumu devamlı yanında taşıdığı parmaklara takılan meşhur zilleriyle, âlem yaparken def önünde oynayan biriydi.
Anlattığım zamanlarda köyün çevresinde henüz balta girmemiş ormanlar ormanlarda dolaşan geyikler vardı ben meslek hayatımda orman içinde ilk olarak geyik hayvanını burada gördüm.
Bir Pazar günüydü, aynı köyden olan aşçımızın ısrarı ile köyde aşağı dünya dedikleri mevkii de alabalık avına gitmiştik.
Aşçımız aynı köydendi şimdi adını unuttum aşçımızda diğer köylüler gibi (r )harfini kullanamayan biriydi
Aşçımız kendi lisanı ile beyim gel bu gün sizi biy yeye görüyeyim dedi. Beraberce bu dediğim aşağı dünya dediğim yere gittik. Orası o kadar güzel bir yerdi ki ormandaki ağaçların uzunluğundan gökyüzü görünmüyor güneş ışınlar ağaçların altına bir ışın ipi gibi dalların arasından süzülerek iniyordu.
Gök suyun kenarındaki asırlık çınar ağaçları, köklerini suyun içine uzatmış her biri suda yaşayan o lezzetli kırmızı benekli alabalıkların yuvası olmuştu.
Balıklar desen neredeyse elinle tutabileceğin kadar korkusuzca suyun geliş noktasına doğru hoplayıp duruyor ağaç köklerinin arasında dolaşıyorlardı.
Bir hayli balık tuttuktan sonra, eve dönmeye karar verdiğimizde ormanın içinde otlarken gördüğümüz, bizi görünce ürküp kaçan alageyikleri unutmam mümkün değil.
Bu güzel köyde kaldığım dört aylık yaz döneminde daha başka anılarım olduysa da hepsini yazmam mümkün değildir.
Memleketimin güzel insanlarının yaşadığı o köyü unutamam. Buradan tanıdıklarımdan ölenlere rahmet okuyor, sağlara saygı selamlarımı sunuyorum.
18 Aralık 2016
Ahmet Yüksel Şanlı er

Bir köy var, yeşilin orta yerinde
O köy memleketimin bir köyüdür
Halkı var yaşardır, huzur içinde
O köy’ ki Gök suyun geçtiği yerdir.

Kıvrılır giderdir, tozlu yolları
Hoş kokar sedir, çam dolu dağları
Gök derde şifadır, çiçek balları
O Köy’ ki, Gök suyun geçtiği yerdir
8:20pm 12-16-2016
A.Yüksel Şanlı er
RUBAİ
( Bülbülün gülü )

Gül dalda güzel, koparma bülbülünse
Bülbül seni ağlatır, seher gelince
Gül dalda güzel, sakın kesip koparma
Bülbül sana kahreder, kopuk görünce.

( Mef'ûlü & Mefâilün & Mefâilün & fa )

15 Ara. 16
A. Yüksel Şanlı er
6:48pm 12-14-2016
A.Yüksel Şanlı er
Aklım Toroslarda.
Kar beyaz, dağlar beyaz.
Üşüyorum.
İliklerim donmakta, bu gün hava çok ayaz.
Aklım, Toroslar’ da.

Karlar üzerinden, baş veren sedirleri
Ardıçları!
Sığırkuyruklarının süslediği, hoş kokulu koyakları
Baharı müjdeleyen kardelenleri
Aklım, Toroslar’ da.

Duyar, gibiyim.
Esen rüzgârın sesini, ormanların şarkısını
Karlı ardıç dallarındaki, ardıç kuşlarının, cıvıltılarını
Uzaklardan ses veren, kurtların ulumasını
Aklım, Toroslar’ da.

Görmeye değerdir, Toroslar.
Andız çalılıklarında, kınalı keklikler öterken
Görmeye değerdir, güneş vurmuş karlar ışıl, ışıl parlarken.
Pınarlarından buz kesen sular akarken
Aklım, Toroslar’ da.

Güzeldir, Toroslar.
O dağlarda biter, burçaklar kardelenler, mis gibi kokan kekikler.
Ve!
Kara çadırdan, at kişnemesinden geçilmezdir yaylalar.
Yaz aylarında.
Aklım, Toroslar’ da.

3 Aralık 2016
Ahmet Yüksel Şanlı er
8:30pm 12-13-2016
Mükremin KIZILCA
8:18pm 12-13-2016
Ahmet Yüksel
Ölür diyorlar bana.

Şu ölümlü dünyanın, yaklaşırken sonuna
Çaresiz bir dert buldum, ölür diyorlar bana
Viran olmuş bir ömrün sonuna yaklaşırken
Çaresiz bir dert buldum ölür diyorlar bana.

Hazanında yaşarken, şu ölümlü dünyanın
Gam doldu benim içim bana ölümmüş yakın
Viran olmuş bir ömrün, son demini yaşarken
Çaresiz bir dert buldum ölür diyorlar bana.

Yaşadığım hayattın, hüznü varken içimde
Gam doldu şu yüreğim neşe kalmadı bende
Ömrümün sonu olan, yaşamın son deminde
Çaresiz bir dert buldum ölür diyorlar bana.

Soluyorsam ben hala, şu dünyada havayı
İstemem ölmek varken ne güneş ne’ de ayı
Çünkü ben soluyorken, dünyanın havasını
Çaresiz bir dert buldum ölür diyorlar bana

12 Kas. 16
Ahmet Yüksel Şanlı er
8:16pm 12-13-2016
Ahmet Yüksel
Kara gözlüm.
Kara gözlüm niye üzgün bakarsın
Hep üzgünsün, hiç’ mi gülmez yüzlerin
Küsmüş gibi, bakıyorsun hayata
Hep üzgünsün, hiç’ mi gülmez yüzlerin.

Kara gözlüm, salıvermiş kolunu
Bükmüş gördüm, sülün gibi boynunu
Kara gözlü, anasının kuzusu
Hep üzgünsün, hiç’ mi gülmez yüzlerin.

Kara gözlüm, tarak çalmış saçına
Genç yaşında, düşmüş gençlik aşkına
Kara gözlüm, ne gelmişse başına
Hep üzgünsün, hiç’ mi gülmez yüzlerin.

Karagözlüm, yere bakar gözlerin
Derdin neyse, hiç gülmüyor yüzlerin
Yorgun gibi, yere sarkmış ellerin
Hep üzgünsün, hiç’ mi gülmez yüzlerin.

Kara gözlüm Şu Yüksel’in aşkına
Bir gülümse, yüzlerinde güller açsın
Kara gözlüm, neler oldu şu sana
Hep üzgünsün, hiç’ mi gülmez yüzlerin.

21 Eki. 16
Ahmet Yüksel Şanlı er
9:27pm 12-12-2016
A.Yüksel Şanlıer
,,,Babam,,,,
Bu gün babalar günü,
Gözerim daldı gitti yıllar öncesine,
Aklımda hala yıllar önceki geçmişim,
Götürdü hayalim beni,o geçmişime.
Babacığım geldi aklıma,
Saçsız başı,nasır tutmuş elleriyle,meşhurdu ince sardığı tütün içmesiyle,kenger kahvesiyle,
Kavını, çakmak taşıyla tutuşturarak yakardı tütününü,
Onun bu, tütün içişi geldi aklıma.
Nasıl da kokardı, o yaktığı kavın kokusu,
Vurdu mu demiri babam,o çakmak taşına,
Tutuşurdu kav, burcu, burcu yayılırdı kokusu,
Şimdi koklar gibi oluyorum onu,o yanan kavın, güzel hoş kokusunu.
Sonra dalgın,dalgın bakışları geldi aklıma,
Nedense bilmem, hep düşünürdü yaşlı babam,
Çoğu kez pencerenin önünde oturup sigara içerek,
Bakardı camdan, taa uzaklardaki mezarlıklara dalarak.
Gözleri dalgın, ve de hüzünlü ama hiç ağlamadan.
Sanki o ölümünü, düşünüyordu,
Bakarken tam karşısındaki sakız ağacı dolu mezarlığa,
Belki de kaybettiği eşini yada dostlarını düşünüyordu,
Ya da bir gün giderse, göreceği cennet cehennemi düşünüyordu,
Ama o düşünürken, hep derin çekiyordu tütününden,
Parmakları sararmıştı tütünden.
Aklımda ve şimdi görür gibi oluyorum gittiği,
Akşam vakti gidip de,o oturduğu kahvehanesini,
Masasını,ve hatta oturduğu o ahşap sandalyesini,
Görüyorum hayallerimle,
Çoğu kez yalnız oturur da, ve hep düşünürdü,
Kenger kahvesini içerken orada,neden bilmiyorum,yaşlı babam.sen dertlerle doluydun, ah can babam! ahh,
Az çekmedin sen, şu sevimsiz kaderinin elinden,
Nasıl içerdin, o zehir tütününü sen akşam sabah,
Hep dalgın gözlerle sakız dolu mezarlığa bakarken.
Göz yaşları dökmezdin, yine de içinden ağlardın,
Dalgın,dalgın sen, nedense hep uzaklara bakardın,
Gün gelir de sinirlenir, vede önüne gelene kızardın,
Kızsan da yine de, yufkaydı senin dertli yüreğin ah.

A.Yüksel Şanlıer
20 Haziran 2009-06-19
7:31pm 12-12-2016
Medya Ermenek
Bu deftere şiirlerinizi yazabilirsiniz. Kolay gelsin
Messages: 106 until 120 of 117.
Number of pages: 8
Newer2 3 4 5 6 7 [8]